Film Bilgileri
Yönetmen: Iain Forsyth, Jane Pollard
Oyuncular: Nick Cave, Susie Bick, Warren Ellis, Ray Winstone
Tür: Belgesel, Dram, Müzik
Yapım Yılı: 2014
Süre: 1 Saat 37 Dakika
Görsel sanatçılar Iain Forsyth ve Jane Pollard ikilisinin ilk uzun metraj filmi olan 20.000 Days on Earth ile Avustralya’lı rock müzisyeni Nick Cave‘in dünyadaki 20.000. gününe tanıklık ediyoruz.
33. İstanbul Film Festivali’nde FIBRESCI ödülü ve 2014 Sundance Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini alan film, bir müzik belgeseli olmasının yanında terapi gücüne sahip sihirli dokunuşlarıyla da Nick ile özdeşim kurmanıza yardımcı oluyor. Sanatın bir çok dalında aynı anda varlığını hissettirebilmeyi başarmış bir kültür ikonunun 24 saatine tanıklık ederken; biriktirdiğiniz anılarınızın da film boyunca sizi seyrettiğini farkediyorsunuz.
Forsyth ve Pollard, Nick’in 20.000. gününü iki farklı dünya üzerinden işliyor: Nick’in dünyası ve Nick’in tabiriyle “içinde bulunmaktan irkildiği”.
Nick’in dünyasına giriş yaptığınız andan itibaren onun ne kadar hassas ve güven ihtiyacı fazla olan bir insan olduğunu farkediyorsunuz. Nick’in “benim dünyam” olarak tanımladığı çalışma odasında benliğinizin parçalarıyla (iyi, kötü, absürd, çılgın, kahraman, şiddetli) göz göze gelirken; Nick’in terapi seanslarında çok özel yüzleşmelere (çocukluk anıları, cinsellik algısı..vb) tanıklık ediyorsunuz. Çalışma ve terapi odası aracılığıyla Nick’in en büyük korkusunun “hafızasını kaybetmek” olduğunu öğrenmeniz, gerçekte kim olduğunuzu (kayıtlı anılarınız, korkularınız) ayrıca sorgulamanıza sebep oluyor.
Sanatçının son albümü olan ‘Push the sky away’ konser görüntüleri çoğunlukla karşımızda iken, sahneleri bıçak gibi kesip kurgusal öykülerle olayları derinlemesine irdeleyen Iain Forsyth ve Jane Pollard, seyirciye ulaşılmaz parıltılarla süslü hayat öyküsü vaat etmiyor. Zaten Cave, diğer sanatçı dostlarını alaya alırken, psikoterapi algısında karşısındakine kendi saçma düşüncelerini aktarıp, kendisini izleyenlerin yanağında hoş bir gülümseme bırakabilmiş. Bu filmde didaktik ögeler aramamak lazım. Bizde bıraktığı sonuç etkisinden çok, yaşamımızın yirmi bininci gününde Cave gibi olağan olaylarla mı, yoksa absürd abartılarla mı selamlayacağız? Film sonrası kendimize soracağımız soru bu olsa gerek.
33. İstanbul Film Festivali’nde FIBRESCI ödülü ve 2014 Sundance Film Festivali’nde de En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini alan film, bir müzik belgeseli olmasının yanında terapi gücüne sahip sihirli dokunuşlarıyla da Nick ile özdeşim kurmanıza yardımcı oluyor. Sanatın bir çok dalında aynı anda varlığını hissettirebilmeyi başarmış bir kültür ikonunun 24 saatine tanıklık ederken; biriktirdiğiniz anılarınızın da film boyunca sizi seyrettiğini farkediyorsunuz.
Nick’in dünyasına giriş yaptığınız andan itibaren onun ne kadar hassas ve güven ihtiyacı fazla olan bir insan olduğunu farkediyorsunuz. Nick’in “benim dünyam” olarak tanımladığı çalışma odasında benliğinizin parçalarıyla (iyi, kötü, absürd, çılgın, kahraman, şiddetli) göz göze gelirken; Nick’in terapi seanslarında çok özel yüzleşmelere (çocukluk anıları, cinsellik algısı..vb) tanıklık ediyorsunuz. Çalışma ve terapi odası aracılığıyla Nick’in en büyük korkusunun “hafızasını kaybetmek” olduğunu öğrenmeniz, gerçekte kim olduğunuzu (kayıtlı anılarınız, korkularınız) ayrıca sorgulamanıza sebep oluyor.
Yorum Gönder